BİZİM İÇİN ASIL OLAN TİYATRODUR
Sinema ve dizi oyunculuğuyla kıyaslarsak; tiyatrodan çok daha fazla zevk alıyoruz. Mesleğimizin tadını çıkarttığımız zamanlar o zamanlar oluyor. Tiyatroda işinizin reaksiyonunu o an alıyorsunuz.
”Telif haklarında, oyuncular adına yıllardır düzelmiş bir şey yok”
Bursa Devlet Tiyatrosu’nda başlayan sanat hayatına sayısız tiyatro oyunu ve film sığdıran; Okan Bayülgen’in Televizyon Makinası ile büyük hayran kitlesine ulaşan, Çakallarla Dans serisinin meşhur ‘Del Piero Hikmet’i Murat Akkoyunlu ile sanat hayatını, sektörün sorunlarını ve elbette sporu, taraftarı olduğu Fenerbahçe’yi konuştuk..
Tiyatro, dizi ve sinema sanatçısı, aynı zamanda koyu bir Fenerbahçeli Murat Akkoyunlu ile birlikteyiz… Murat bey oyunculuk kariyerinize tiyatro ile başladınız. O günden bu yana sinemada, televizyonda ve tiyatroda sayısız işe imza attınız. Bu 20-30 yılı göz önüne alarak kariyerinizde ve hayatınızda neler değişti? Hedeflerinize ulaşabildiniz mi?
TELEVİZYON VE SİNEMA DA BİRAZ DAHA BİZİM DIŞIMIZDA GELİŞEN ŞEYLER OLUYOR.
– Kariyerime 17 yaşım itibari ile Bursa Devlet Tiyatrosu’nda başladım. O zamandan beri de devam ediyor. Mesleki olarak tabi ki her zaman daha iyisini yapmak için mücadele ediyoruz. Bu her anlamda yani tiyatro daha bizim kontrolümüzde ve seçimlerimizle alakalı bir şey olduğu için tiyatroda bunu başarabiliyoruz. Bizim kontrolümüzde çünkü. Televizyon ve sinemada biraz daha bizim dışımızda gelişen şeyler oluyor. Hem Türkiye koşulları anlamında hem de üretilen projeler anlamında. Pandemiye kadar her şey yolundaydı, kafamızdaki şeyleri yapabiliyorduk. Fakat pandemiyle başlayıp hemen sonrasına iki buçuk senelik bir duraklama dönemi diyoruz… Bunu sadece sanatsal anlamda söylemiyorum bütün dünyada aynı şeyi yaşadığı için ilk etkilenen sektörlerden bir tanesi de biziz tabii ki. Hemen sonrasında da ülkemizin maalesef ki bir deprem bölgesi olduğundan kaynaklı şu dönemde yaşadıklarımız dolayasıyla bir duraklama dönemine geçiyoruz. Depremde hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza da Allah’tan rahmet diliyorum. Tam olarak hedeflediğimiz şeyler aslında yarım kalıyor diyebilirim. Baktığında biz son dört senedir hatta dört buçuk senedir yapmak istediğimiz işleri yapamıyoruz. Yapsak bile o yerini bulmuyor maalesef ki. Çekilen filmler elimizde kalıyor. Hem yapımcısı, hem oyuncusu, hem de yönetmeni… Herkes etkileniyor bunlardan. Pandemiye kadar her şey yolundaydı. Hayallerimiz gayet iyi gidiyordu. Önümüzdeki projeksiyonu, on senelik on beş senelik projeksiyonu çöpe atmış olduk yani. O yüzden bir duraklama dönemindeyiz.
Üç farklı alanda; tiyatro, dizi ve sinema hepsinin içinde aktif olmak sizi yormuyor mu?
Evet biraz zor oluyor açıkçası. Üst üste gelebiliyor bazı projeler. Bazen iki ay hiç çalışmazsın sadece tiyatron olur bazen de hepsi bir arada toplanır. Bu süreçte de benim yoğunluğum çok fazla haftada iki gün oyunum var. Aynı zamanda dizi var, başka bir dizi daha var onların arasında böyle slalom yaparak en iyi sürede tamamlamaya çalışıyoruz.
Oyunculuk anlamında bu üç farklı alanın ayrımını nasıl yaparsınız?
Hepsinin oynama stilleri farklıdır. Tiyatroda tek bir karenin içindesindir. Sinemada başka bir şey olur ama tiyatro deneyimi olan her oyuncuya sorduğunda bizim için asıl olan tiyatrodur. Tiyatroyu yaparken çok daha fazla zevk alıyoruz. Mesleğimizin tadını çıkarttığımız zamanlar o zamanlar oluyor. Tiyatroda bir işinizin reaksiyonunu o an alıyorsunuz. Espri veya oyunun geri dönüşünü hemen dakikası ve saniyesinde geri alıyorsunuz. Çok tehlikeli ama çok keyifli. Dizide bunu 1 hafta 10 gün sonra alıyorsunuz, sinemada 3 ay veya 6 ay sonra bunun geri dönüşünü alıyorsunuz.
Sektörde bunca yıl olumlu ya da olumsuz neler gözlemlediniz? Dizi ve sinema sektörünün günümüzde daha iyi şartlara kavuştuğunu söyleyebilir misiniz?
Sektörde olumlu şey şu bir kere, dünya statüsüne baktığımızda Türk oyuncular bence çok kaliteli ve gerçekten iyi oyuncular. Yıllarca pazarlama anlamında biz biraz küçük kaldığımız için bunu gösteremiyorduk. Yavaş yavaş bu da kırılmaya başladı. Çünkü dünyanın birçok yerine, yaklaşık 22 ülkesine yaptığımız işler satılıyor ve geri dönüşleri de çok iyi. Dolayısıyla para kazanılan bir sektör haline gelmeye başladı ama daha çok yapımcılar kazanıyor. Sektörün kötü tarafı da şu; telif hakları mesela yıllardır oyuncular adına düzelmiş bir şey değil. Müzisyenler bunu bir nebze kırdılar ve oturttular bu sistemi. Türkiye’de telif meselesini oyuncu kısmı olarak başaramadık. Hem oyuncu olarak başaramadık hem de sektör buna çok izin vermiyor. O yüzden de sendika çok zorladı bunları ama maalesef ki oturtamıyoruz. Mesela yapımcılarımız bizim çektiğimiz bir bölümü yurt dışına üç bölüm olarak satıyorlar. Yurt dışında yayınlandığı anda İspanya dahil birtakım yerlerden bize telif geliyor ama kendi yapımcılarımız maalesef bu geri dönüşü bize sağlamıyorlar.
Sektörün iyileşen şartlarından biri çalışma saatleri oldu. Eskiden sadece reklamda çalışma saatleri ve koşullar iyiydi çünkü en fazla üç gün çekiliyordu. Diziler de yavaş yavaş bu sistemi oturtmaya başladılar, 5 gün çalışalım 2 gün tatil yapalım durumunu ki şu an yaptığımız iş sadece 1 gün tatil veriyor, o da bugün… Şartlar ve koşullar giderek iyileşmeye başladı. Bundan oyuncu olarak mutluyum. Bizden sonraki bu işe gönül vermiş arkadaşlar daha iyi şartlarda çalışsın diye elimizden geleni yapıyoruz.
Murat Bey komedi türü denince akla ilk gelen isimlerdensiniz. Bu nasıl oluştu?
Bu biraz sektörün zorlamasıyla oluştu. Ama karakter olarak da kendimi daha iyi ifade ettiğim bir dal olarak daha mutlu hissediyorum onun içinde. Fakat şöyle de bir durum var sektörde şablonlar vardır. Senelerdir kıramadığımız bir şey bu. O şablonların dışına çıkan çok az yapımcı ve yönetmen vardır, oyuncuya güvenip o işi teslim etmesi gerekiyor. Onda da çok kıramadım o şablonu. Bir iki işte kırdım, onda da o istediğimiz sıçramayı gerçekleştiremedik. Biz de sosyal içerikli filmler olmasını ve onlarda yer almayı istiyoruz ama bu güne kadar hem siyasi koşullar hem de başka şeyler çok izin vermiyor bunların yapılmasına. Türkiye’de 70’li yıllarda yapılan filmlere baktığımızda daha özgür ve daha aydınlık kafada yapılan işler olduğunu görüyoruz.
Sinema, dizi ve tiyatro… Bundan sonra kariyerinize sadece biriyle devam edecek olsanız hangisiniz seçersiniz?
Çok zor bir soru. Öncelikle umarım böyle bir seçim yapmak zorunda kalmam. Çünkü üçü de çok farklı gözükse de özü aynı, oyunculuk yapıyorsun. Mekanı ve yapılma tarzı değişiyor. İlla yakama yapışıyorsan sinema yapmayı tercih ederim. Nedeni ise tiyatroyu çok sevmeme rağmen sinema daha kalıcı bir ürün. Tiyatroyu sen çeksen de dönem ve koşullar çerçevesinde eskimiş olabiliyor. Ama sinema doğru cast ve doğru senaryoyla daha uzun bir şekilde hayatta kalıyor.
Peki özel hayatınızda neler yaptığınızı sorsak… Hobileriniz nelerdir? Spor yapar mısınız?
Spor yapmaya çalışıyorum ama profesyonel bir spor maalesef ki yapamıyorum. Sadece form tutmak, kendime çeki düzen vermek ve beden bütünlüğümü koruyabilmek için yapıyorum tabii ki. Genelde salon sporları yapıyorum. Onun dışında yürüyüşü çok tercih ediyorum, doğa yürüyüşleri. Bir de yeni edindiğim bir hobi var; mantar avcılığı. Yani mantar toplama meselesi vardır, mantar avcılığı denir ona. Şu an daha başındayım. Zehirlileri ayırt edebiliyorum. Böyle bir hobi başlatmaya karar verdim, merak da ediyordum. Şöyle bir laf vardır mantarcılar arasında; ‘’her mantar yenir ama bazı mantarları son yiyişin olur’’
Sizi iyi bir Fenerbahçeli olarak biliyoruz, nasıl Fenerbahçeli olduğunuzu hatırlıyor musunuz? İlk gittiğiniz maçtaki duygularınız nelerdi?
Aslında ben Bursa doğumlu olmama rağmen, eskiden şöyle bir şey vardı; üç büyüklerden birini tutarsın aynı zamanda kendi doğduğun şehrin takımını tutarsın. Yani Bursaspor hep bir tarafımda vardı ama Fenerbahçe aşkı daha büyüktü. Dedem, babam ve ben, ailenin üçüncü kuşağıyım, şimdi bunu kızıma aşılamaya çalışıyorum dördüncü kuşak olarak. Gözümü açtığımdan beri Fenerbahçeliyim. Uzun zamandan beri şampiyon olamadığımız için kızımın biraz kafası karıştı. Okuldaki Beşiktaşlı arkadaşları kafasını karıştırdı ama bu sene toparlayacağız diye düşünüyorum.
İlk seyrettiğim maç, yedi – yedi buçuk yaşlarımda Bursa’da Başbakanlık Kupası Galatasaray – Fenerbahçe maçıydı. Derbiye götürdüler, hatta penaltılara kaldığını hayal meyal hatırlıyorum. Daha sonra babamdan öğrendiğim bir şey vardı; Galatasaraylılardan biri penaltı kaçırmıştı, onun kaçırdığı penaltıyla biz o kupayı almıştık. O kişi de Fatih Terim’miş.
”DEDE”Yİ ÇOK SEVİYORUZ. GİDECEKSE DE KALBİMİZDE GÜZEL BİR YE EDİNİP ÖYLE GİTMESİNİZ İSTİYORUZ.
Murat Bey koyu bir Fenerbahçelisiniz… Fenerbahçe uzun zamandır şampiyon olamıyor, bu sezon nasıl değerlendirirsiniz?
Her sene bunu düşündük, 8 sene boyunca her seferinde şampiyon olmak istedik. Bunun için de her sene takımımızı destekledik. Ama ben 2011’den beri Fenerbahçe’nin üzerinde kurulan baskının hala geçtiğini düşünmüyorum. Bunun Fenerbahçe’nin de dışında, başkanın da dışında gelişen bir şey olduğunu düşünüyorum ve bu sene umarım ki artık bu kırılmış olur. Ezeli rakibimizle aramızda 3 puan kaldı, matematiksel olarak da hala Fenerbahçe’nin şampiyon olma ihtimali çok yüksek. Umarım ki röportajdan sonra bu kırılma noktasını gerçekleştirmiş oluruz. Jesus’un Dünya Kupası’na kadar bize çok faydası oldu. O süreçten sonra aklının karıştığını düşünüyorum. Sanırım gidecek. Gitmeden umarım bizim hatırımız için kupaları alıp gider. Biz ne zaman üçlü savunma yaparsak maçları kaybediyoruz. ‘’Dede’’’yi çok seviyoruz. Gidecekse de kalbimizde güzel bir yer edinip öyle gitmesini istiyoruz.
”Harrington Kupası’nı anlatan bir sinema filmi mutlaka çekilmeli. ”
Murat Şeker’in böyle bir projesi var. Fenerbahçe ve Türkiye için kazanılan önemli bir zaferin unutulmaması ve gelecek nesillere aktatılması gerekli.
Hazır Fenerbahçe’den bahsediyorken, sizin de çok yakınınız olan Murat Şeker’in Fenerbahçe ile ilgili sinema filmi projesinden biraz bahseder misiniz?
Hikayesi; İstanbul’un işgal zamanlarında Fenerbahçe’nin İngilizlere karşı kazandığı Harrington Kupası’nı ele alıyor. Bu kupa o zamanlar Türk halkına moral olmuş, milli mücadelede ve İstanbul’un kurtuluş mücadelesinde önemli yer kazanmış. Projenin içinde olup olmayacağım belli değil ama mutlaka gerçekleşmesi gereken bir proje diye düşünüyorum. O zamanlara ışık tutacaktır. Kulübümüz ve Türkiye için kazanılan önemli bir zaferin unutulmaması ve gelecek nesillere aktarılması iyi olur. Bu sene çekimlere başlanır diye tahmin ediyorum.
Son projelerinizden de bahsedersek…
Çakallarla Dans bir klasik oldu bizim için. Yapımcılarımız bu filmde de sinemada gösterime inat ettiler. Vizyona girdik ve seyircimiz de bunu yabana atmadı. Kemik kitlemiz yine bize destek verdi. Öt Bakalım da çok keyifliydi. İlk defa birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızla iyi uyum sağladık ve güzel bir performans sergilediğimizi düşünüyorum. Vizyon tarihi son yaşanan olaylardan sonra biraz ertelenmek durumunda kaldı diye biliyorum. Ben de sabırsızlıkla bekliyorum.
Bu keyifli röportaj ve bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler varsa…
Ben teşekkür ederim. Akademi Futbol Dergi ailesine çok selamlar. Yayın hayatınızda da başarılar dilerim.
RÖPORTAJ VE FOTOĞRAFLAR: FIRAT OĞUZ
ŞANSIN TOKYAY