en iyi bahis siteleri
    X
    ENGİN VEREL

    Fenerbahçe tarihine adını yazdıran, yurt dışında da ülkemizi başarıyla temsil eden kısacası, Türk Futbolunun ikonları arasında yer alan;

    ENGİN VEREL

    ”MATEMATİK HAYATIN BALANSIDIR”

    İster maddi, ister manevi bu dünyada her şey bir matematiğe dayanır.

     

    Hemen hepimizin çok iyi bildiği ve halk arsında sıkça kullanılan, ”Futbol bir yaşam biçimidir.” tanımlaması vardır ya, işte tam da bu tanımlamaya bire bir uyan ve Allah vergisi olarak, tepeden tırnağa futbol için yaratılmış bir ismi konuk etmek istedik bu sayımızda sütunlarımıza. Onu önce Galatasaray’daki başarılı futboluyla tanıdık. Daha sonra, Sarı  kırmızılı formayla ortaya koyduğu başarısıyla gittiği ve aileden gelen bir sevgiyle gönül verdiği Fenerbahçe’nin radarına takılıp, transfer olduğu Sarı Lacivertli camiada çok daha fazla öne çıkışına tanıklık ettik.

    İzleyeni kendisine hayran bırakan futbolcu profiliyle kendisini sevdirdiği Fenerbahçe taraflarıyla beraber , onun üst düzey performansını izleme mutluluğunu yaşadık. Evet Fenerbahçe taraftarının gönlüne adını kazıyan o isim, çoğunuzun da hemen anlayabileceği gibi Engin Verel’den başkası değil tabii ki.

    ”Sevgi dağarcığımda, adını ailemle birlikte andığım tek şey Fenerbahçe’dir diyecek kadar da Sarı Lacivert sevdalısı olan Engin Verel’le aktif futbol yaşamına nokta koyduktan sonra da, bir an dahi kopmadığı futbola, Fenerbahçe’ye Milli takıma dair şöyle keyifli bir söyleşi yapalım dedik. Dedik ve soluğu halen başkanlığını yürüttüğü ve çalışmalarıyla takdir toplayan Türkiye Futbol Vakfı’nın da yer aldığı Kasımpaşa Recep Tayyip Erdoğan Tesisleri’nin yolunu tuttuk.

     


    ”Türkiye’de futbolcu yetişmemesinin en büyük sebebi, günümüz şehir yaşamında mahalle futbolunun ortadan kalkmasıdır.”


     

    -Sevgili Engin Verel, futbolculuk yıllarından günümüze uzanan dostluğu da kullanarak, yoğun temponun içinde, bize ve Akademi Futbol’a zaman ayırdığın için gönülden teşekkür ederek başlamak istiyorum sohbetimize. İlk olarak, özellikle genç jenerasyonun da yakından tanıyabilmesi için kısaca kendinden bahseder misin ?

    -Benim için de özel ve güzel bir yeri olan, mesleğine inandığım bir dost olarak sana ve temsil ettiğin ‘Akademi Futbol’a kapımız da gönlümüz de ardına kadar açık. Bunu bilmeni isterim diyerek, anlatmaya o zaman.

    15 Eylül 1956, İstanbul doğumlu yum. Selanik‘ten Samatya’ya göç eden bir ailenin evladıyım.

    Her çocuk gibi mahalle arasında merhaba dediğim futbola, dayımın takımı olan Yıldırımspor’da başladım. Sırf beni izlemek için Yıldırımspor maçlarına gelen bir grup taraftar vardı. Oradaki başarılı futbolumla, o dönemin gözde takımlarından Davutpaşa’dan teklif alıp, gittim ve ilk lisanslı futbol yaşamım orada başladı. 1973’te Galatasaray’a transfer oldum. Ancak benim için futbol yaşamımın en özel süreci 1975’te Fenerbahçe’ye gidişimle başladı diyebilirim. Ayrıca, 1979-1983 yılları arasında 4 yıllık bir Avrupa serüveni yaşadım.

     


    ”Kulüplerin acilen ve de kayıtsız şartsız altyapıya ağırlık vermesi gerekir”


     

    – Hazır geçmişten ve futbola merhaba deyişinden söz ediyorken, burayı biraz daha detaylandıralım, Davutpaşa, Galatasaray ve Fenerbahçe macerandan ayrıntılı bahsedelim mi? Ne dersin?..

    – Tabii ki. Bu noktada öncelikle söylemem gereken şey şu olmalı sanırım. Biz futbolu oyun olarak  .Arkadaşlarımızın kimisi misket, çelik çomak oynar yada topaç çevirirdi. Biz de mahalle Samatya’nın ara sokaklarında top oynar, aramızda maç yapardık.

    Eniştemin kardeşi ve arkadaşlarıyla, benden daha büyüklerle oynamaya başladım. Daha 10-12 yaşlarındaydım o sıralar. Küçük yaşta büyüklerle oynamak benim için bir avantajdı. Çünkü onlardan daha hızlı ve çevik olduğumdan, bana kızıp tekme dahi attıklarını bilirim. Çok genç yaşta futbola başlayışım da bundandır.

    Bu arada aklıma gelmişken önemli bir şey söyleyeyim Türkiye’de futbolcu yetişmemesinin en büyük sebebi, günümüz şehir yaşamında mahalle futbolunun ortadan kalkmasıdır. İnanın ki, toprak sahalarda bilinçsiz olarak bile olsa, top tekniğini çok daha fazla arttırabiliyorsun. Bu arada, o dönemde oynadığımız topların kalitesi şimdiki gibi değil.  Ağır, adeta gülle gibiydi. Ayrıca, oynadığımız topun sahibi de çoğunlukla mahallenin zengin çocuğu olurdu. Annesi babası çağırıp eve gitmek durumunda kalırsa da, maç o anda biterdi. O dönemlerde formalarımızı giyer mahalle maçları oynardık. Büyük takımlar da bizleri izler oralardan kadrolarına oyuncu alırlardı. Ne kadar ağır olursa olsun her topa kafamı ayağımı sokup yürekli mücadele ederdim. Davutpaşa’ya gidişimin nedeni de sanırım bu özelliğimdi. Davutpaşa tarafından izlenip keşfedildim. Beni hemen genç takıma aldılar. O zaman 14 yaşındaydım. Sonra da A takıma geçtim ve 1.5 yıl Davutpaşa forması giydim.

    Beşiktaş’ta beni çok istemişti. Ekonomik nedenlerle bu transfer gerçekleşemedi ve tam da o sıralarda Genç Milli Takımla yurt dışına bir turnuvaya gittik. Milli takım Sorumlusu Fahri Somer beni Faruk Ilgaz’a önermiş. Ancak Faruk Ilgaz, ”Evet onu biliyorum babası bizden 200.000 lira istedi, bizde onun gibi çok oyuncu var” diyerek konuyu kapatmış.

    Babam da böyle bir şey olmadığı için çok şaşırıp hayretler içinde kaldı. O aşamada bu kez devreye Galatasaray girdi. Davutpaşa yönetiminde yer alan ve çok koyu bir Galatasaraylı olan Erol Akdoğu’nun teknesiyle götürüldüğüm Galatasaray’a 200 bin liraya transfer oldum. 16.5 yaşında da amatör olarak genç takımdan A takıma geçtim. Fakat Sarı Kırmızılı kulüp verdiği, diğer sözlerini hiçbirini yerine getirmediği için Galatasaray’dan ayrıldım.

     


     ” 16.5 yaşında da amatör olarak genç takımdan A takıma geçtim”


     

    – Sanırım Fenerbahçe’ye transferin ve Sarı Lacivertli kulübün efsaneleri arasına nasıl girdiğine ve Avrupa serüvenine geldi sıra. Dinliyoruz..

    – Tabii ki… Fenerbahçe’ye ilk transferim döneminde Emin Cankurtaran başkandı. Biz de ailece Fenerbahçeliydik, 1975’de bir milyon elli bin lira ücretle Fenerbahçe’ye transfer oldum. 1979’da Avrupa macerasına başladığım ana dek, büyük bir onurla Sarı Lacivertli formayı terlettim.

     


    ”Türkiye doğumlu olup, Avrupa’da şampiyonluk gururu yaşayan ilk futbolcu olarak Anderlecht tarihine geçtim.”


     

    Sonrasında 1979’da Almanya’ya Hertha Berlin’e gittim. Orada yaşamımın anlamı olan eşim Bahar Erdeniz Hanımefendiyle evlendim. Ertesi sezon Anderlecht’e transfer oldum. Türkiye doğumlu olup, Avrupa’da şampiyonluk gururu yaşayan ilk futbolcu olarak Anderlecht tarihine geçtim. Bir yıl sonra, gittiğim Fransa’da Lille’de oğlum Can kucağımdaydı. Parc des Princes Stadı’nda Paris St Germain’e attığım röveşata golü, Fransız futbol tarihinin en şık gollerinden biri olarak lanse edildi. İki yıllık Fransa maceramın ardından, 1983’te Ali Şen başkanın döneminde yeniden Türkiye’ye, yuvama, Fenerbahçe’me döndüm. 1987 yılında Sarı Lacivertli forma altında, iki yıl şampiyonluk yaşamış, ‘Fenerbahçeli Engin Verel’ olarak, Rizespor’a karşı jübilemi yapıp futbola nokta koydum…

     


    ”Gerçekten Fenerbahçeli olan bir futbolcu, para için başka yere gitmez.”


     

    – Fenerbahçe’de oynamak nasıl bir duygu, kimlerle birlikte Sarı Lacivertli formayı terlettin?
    – Ben 31 yaşında futbolu bıraktım. O özel forma altında Cemil Turan, Yılmaz Şen, kaleci Yavuz Şimşek, Osman Arpacıoğlu, Alpaslan Eradlı, Ömer Kaner, Ender Konca ve Cem Pamiroğlu gibi pek çok değerli isimle birlikte ‘Çubuklu’nun başarısı için ter akıttım. Şöyle bir düşüncem var, gerçekten Fenerbahçeli olan bir futbolcu, para için başka yere gitmez. Futbolu Sarı Lacivertli forma altında jübile yaparak bırakır. Buna kendi üzerimden bir örnek vermek istiyorum. Avrupa’dan döndüm, Fenerbahçe’de ikinci dönemimdeyim birçok takım beni transfer etmek için girişimlerde bulundu. Galatasaray yönetimi, başta Alp Yalman olmak üzere, teklif yağmuruna tuttu. Ancak, tüm tekliflere kibarca, “Hayır” deyip, 31 yaşımda futbola Fenerbahçe’de veda ettim…

    – Fenerbahçe’ye transfer hikâyende de bazı ilginç notlar var. Kısaca anlatabilir misin?
    – Fenerbahçe’ye imza attığım gün Serkan Acar, Zeynep Değirmencioğlu ile evlenmişti, dahası Ziya Şengül’le oynadığım ilk maçımda, o da jübilesini yapıp Fenerbahçe formasını son kez giymişti. İlginçtir ki, Şener Erzik de yönetici olarak aynı gün göreve başlamıştı. Bunlar benim Fenerbahçe günlerimin hiç silinmeyecek anıları oldu hep.

     


    ”Futbolcu bir kompüter değildir. Futbolun estetik özelliklerinin de sergilenmesi gerek”


     

    – Peki global futbola dair bir sorum var. Milyonları peşinden koşturan bu sihirli oyunun, giderek endüstriyel bir hale bürünmesi, futbolun o bilindik sihrini bozmuyor mu?
    – Kesinlikle bozuyor. Tabii ki, bilime ve istatistik verilere bir itirazım yok. Ancak futbolun kendi içinde bir ruhu olmalı diye düşünüyorum. Biraz daha açmak gerekirse, futbolcu bir kompüter değildir. Futbolun estetik özelliklerinin de sergilenmesi gerek. Bunu bir örnekle açıklayayım. Fenerbahçe ve Türk futbolunun parlayan yıldızı Arda Güler’i izlerken, onun ne kadar sürprizlerle dolu ve seyredeni mest eden özelliklerine tanıklık ediyoruz değil mi?

    Bir başka anlatımla, sırf güç ya da teknikle sınırlandırılmış bir döngü içinde performans ortaya koyan bir futbolcuyla, Arda Güler gibi futbol aklını ayaklarına indiren bir yetenek arasında fark yok mu sizce?

    Bu örnekleri, yurt dışından Messi, Ronaldo ve genç jenerasyondan MBappe ve M. Salah özelinde de çoğaltabiliriz… Ben burada küçük bir de hatırlatma yapmakta da yarar görüyorum. O da şu. Bugün global anlamda ekonomik bir darboğazdan geçen dünyada, futbol da doğal olarak nasibini alıyor. Bu nedenle kulüplerin acilen ve de kayıtsız şartsız altyapıya ağırlık vermesi gerekir. Ancak altyapı derken bir şeyi net bir biçimde vurgulamak gerekiyor. Gerçekçi ve de efektif bir altyapı olmak koşuluyla… Zira, “Sırf altyapı var mı, var” demek için altyapı değil söylemek istediğim. Milli takımda bir iki bireysel yeteneğin dışında, başarı için bir takım oyununa gereksinim var.

     

    – Biraz da Milli takımımıza dair konuşalım. Nasıl bir takımımız var? Teknik direktör Stefan Kuntz için neler söylersin?

    – Doğrusunu söylemek gerekirse, Milli takımımızın şu andaki profilini beğendiğimi söyleyebilirim. İyi bir oyuncu grubuna sahibiz. Benim gördüğüm en önemli eksiklik, total futbol denilen takım oyunu oynamakta zaman zaman zorluk çekmemiz. Bireysel yetenekleri çok üst düzeyde isimlere sahibiz. Bir önceki sorduğun soruya yanıt verirken de altını çizdiğim gibi, kesinlikle yaratıcı, yerine göre ‘şapkadan tavşan çıkarabilecek’ yetenekte oyunculara ihtiyacımız var. Buraya kadar her şey tamam. Lakin bir iki bireysel yeteneğin dışında, başarı için bir takım oyununa gereksinim var. Maalesef Milli takımımızda takım oyunu anlamında zaaflar görüyorum. Kopuk kopuk bir futbol oynuyoruz.

    Stefan Kuntz’a gelince, futbolculuğu döneminde iyi bir santrfordu. Sert ve dirençli bir oyun anlayışına sahipti. Teknik adamlığı için çok olumsuz bir yorum yapmak istemem. Lakin, Milli takımımızın ihtiyacı olan bir teknik adam mı bu konuda, dolu dolu, “Evet” diyemiyorum. Yanlış anlaşılmasını istemem. Kuntz kötü bir hoca değil. Futbol mantalitesini de beğeniyorum. Fakat bir şeylerin doğru gitmediği de aşikâr. Bunun en önemli kanıtı da, sanırım Ay Yıldızlı takımımızın aldığı istikrarsız sonuçlar.

     

     


    “Futbol Müzesi” kurma hazırlığındayız, ön görüşmeler yapıldı


    – Şimdi de başkanlık koltuğunda oturduğun ve döneminde etkinliği artan, başarılı çalışmalara imza atan Türkiye Futbol Vakfı’na dair söylemek istediklerine kulak verelim…
    – Türkiye Futbol Vakfı 1995 yılı Ağustos ayının 15’inde 162 futbol dostunun bir. araya gelmesi ile kuruldu. Kurucu Başkanımız Rahmetli Sema Küçüksöz’dü, ardından Candemir Berkman Abimiz bu görevi üstlendi. 2017’de ben vakıf başkanlığına seçildim ve günümüzde de bu göreve devam ediyorum. Türkiye Futbol Vakfı ülkenin en önemli futbol adamlarının ve futbol gönüllülerinin bir araya gelerek kurduğu bir vakıftır ve adının önündeki Türkiye’yi, logosuna şanlı bayrağımızı kullanma hakkını bakanlar kurulu kararıyla almıştır.

    Bildiğim kadarıyla vakıf Stadyum Dergisi ile kuruluşundan bu yana yayın yapıyor ve yine vakıf birçok kitap çıkardı. Yayınlarınızla Uluslararası Fair-Play Ödülü de aldınız. Peki gündemde ki projeler neler?
    – Yayınlarımız yine devam edecek. Şu anda bir “Futbol Müzesi” kurma hazırlığındayız, ön görüşmeler yapıldı, müze için gerekli malzemeler zaten elimizde mevcut ve futbolseverlere İstanbul’un merkezinde bir noktada bu hizmeti vereceğiz.

    Yine pandemi nedeniyle ara verdiğimiz Yılın Enleri ödül törenimizi milli takım ve kulüplerimizin takvimine göre önümüzdeki aylar içinde yapacağız. Ve tabii benim uzun süredir gerçekleştirmek istediğim “Futbol Akademi”si projemiz var. Onda da sonlara geliyoruz. İnşallah kısa süre sonra gençlerimize çok profesyonel bir ortamda futbol eğitimi verebileceğimiz ortamı yaratacağız.


    Sorunları dinlemesini ve çözüm üretmeyi bilen bir isim..


    – Hem Vakıf Başkanı, hem de bir spor adamı olarak federasyonu değerlendirmeni istesem.
    – Ben Mehmet Büyükekşi Başkanı ve yaptıklarını olumlu buluyorum. Nihat Özdemir, ardından Servet Yardımcı dönemi sonrası göreve geldiğinde işinin kolay olmayacağını o da biliyordu. Kulüplerin ekonomik problemleri, milli takımın durumu iç açıcı değildi. Alacağı kararlar çok önemli ve keskin kararlar olmalıydı. Bence bunu başardı. Zor dönemi iyi yönettiğini düşünüyorum.        Federasyon gerek Kulüpler Birliği’yle, gerek süper lig takımları ve alt lig takımlarıyla ilişkileri sıcak tutuyor. Sorunları dinlemesini ve çözüm üretmeyi bilen bir isim olarak görüyorum Başkanı.

     

     


    ”Yaşamımın hangi döneminde olursa olsun, büyüklerime hep saygılı olmaya çalıştım. dostluklara önem verdim.”


     

    – Son olarak, futbolcu kişiliğinin dışındaki Engin Verel nasıl bir insandır? Neleri sever, neleri sevmez, biraz da bunlardan söz eder misin?
    – Engin Verel kendi özelinde öyle çok zor bir insan değildir. Yerine göre yumuşak, yerine göre de sert mizaçlı bir insanım ben. Asla vazgeçemeyeceğim özelliklerimin başında vefa gelir. Çünkü vefa duygusu insanı doğru yönde ilerletir. Nankörlük de, bir o kadar nefret ettiğim bir duygudur. Zaten vefalı insan doğası gereği nankör olamaz. Belki klasik gelecek ancak, yalanı hiç mi hiç sevmem.

    Tabii ki, bazen genel huzurun bozulmaması adına, insanların birbirine davranışları etkilenmesin diye söylenen, ‘pembe’, ya da ‘masum’ yalanlar vardır ya, onları anlayabilirim. Fakat kesinlikle, üç kuruşluk menfaatler için atılan devasa yalanları asla kabul edemem. Söyleyemem de…

    Bir de unutmadan saygı kelimesinin altını çizmek isterim. Saygı bence bir insanın olmazsa olmaz değerlerinden biridir. Bulunduğu bedeni farklılaştırır ve fark ettirir. Yaşamımın hangi döneminde olursa olsun, büyüklerime hep saygılı olmaya çalıştım. Dostluklara önem verdim.

    Sevgili Erden, benim için matematik hayatın balansı demektir. Yani, ister maddi, ister manevi bu dünyada her şey bir matematiğe dayanır. Önemli olan bu matematiği, sadece bir çıkar kaynağı olarak uygulamamaktır. Kimi zaman insan zarar edeceğini anlasa bile, kişilik ve karakterinden ödün verip, matematiksel çıkar dengesini kurmak adına çirkinleşmemelidir.

     

     

          Evet, Türk Futbolunun bir dönemine imza atan, onu izleyen hemen herkesin, özellikle de Fenerbahçelilerin hafızasında yer etmiş bir futbol ikonu, Engin Verel’le dereden, tepeden yaptığımız söyleşi adına, kendisine teşekkür edip yanından ayrıldık. 

       Bu hoş birlikteliği görüntüleyip, birbirinden güzel karelerle ölümsüzleştiren genç muhabir arkadaşım Fırat Oğuz’a da kocaman bir teşekkür etmemiz gerektiğinin altını çiziyor, bir başka söyleşide, bir başka isimle buluşana dek tümünüze hoşça kalın diyorum efendim.. Kalın sağlıcakla…

     

    RÖPORTAJ:  ERDEN AKTOĞLU

    FOTOĞRAFLAR:  FIRAT OĞUZ, RAMAZAN METİN 

    YORUMLAR

    s

    En az 10 karakter gerekli